Tüm Yazıları
ShareThis
|
Prof.Dr.Bingür Sönmez HABERTÜRK Söyleşi
15.12.2010 |
|
Okunma Sayısı : |
22794 |
|
|
Oy Sayısı : |
8 |
|
|
Değerlendirme : |
5 |
|
|
Popülarite : |
4,52 |
|
|
Verdiğiniz Puan : |
|
|
|
|
|
|
Prof.Dr.Bingür Sönmez HABERTÜRK Söyleşi
. .
izlemek için tıklayın . .
Prof.Dr.Bingür Sönmez HABERTÜRK Söyleşi Deşifresi
Bingür Sönmez (BS)
HABERTÜRK: HabertTürk'den herkese iyi bayramlar.Bayram sohbetlerinde bugün konuğumuz Profesör Doktor Bingür Sönmez.
Türkiye'deki en iyi kalp cerrahlarının başında geliyor. "Bilgisayar merakım var, kayak yaparım, dalma sporu favorim, bahçe işlerini çok severim, boş vakitlerimde ameliyat yaparım, hasta kaybetmeyi hiç sevmem" diyen Sarıkamış Dayanışma Grubu'nun başkanlığını yapan bir kalp cerrahı. Kendisi ile beslenmede eve dönüş trendini , taşdevri diyetini sağlık sözlüğümüze kattığı retoks kavramını ve tabiki kalp deyince aakla gelen aşkı konuşacağız. Hoşgeldiniz efendim.
BS: Hoşbulduk.
HABERTÜRK: Hemen sorayım, kurban bayramı, çok fazla et tüketiyoruz, et tüketmeyi çok seven bir toplumuz ama kalp damar sağlığına etin zararı varmıdır? Varsa ne kadar tüketmek gerekir?
BS: İnsanlar bildiğimiz düzeyde beslenmeye 2.5 milyon yıl önce başlamışlar. Ondan önce böcekler falan var biliyorsunuz. O dönemde 2,5 milyon yıldır insanlar avcılık toplumunda avlanıyorlar, av hayvanının herşeyini yiyorlar, beraberinde meyve yiyorlar , kabuklu yiyecekler yiyorlar. Bu bizim yapımız. Biz etobur canlılarız.
Ama 10 bin sene önce yerleşik topluma geçiliyor. Avcılık toplumu bitiyor ve tarım toplumu başlıyor. Yerleşik düzen oluyor. İnsanların felaketi o gün başlıyor.
Buğday ile karbonhidrat ile ve şeker ile tanışıyoruz ve vücudumuzda insülin hormonu salgılanmaya başlıyor bu yediklerimize karşılık. İnsülin adrenalin kadar zararlı bir hormon. İç yapıda olan, dengesini ayarlayamadığımız bir hormon.
Bu karbonhidrat ve şekeri aldığımız zaman insülin salgılanması çok fazla oluyor, kanda sürekli insülin kalıyor, insülin gidiyor damarlarınızda ciddi tahribat yapıyor.
Yıllarca insanları kolesterole yönlendirdik ve kolesterol , kolesterol hep kolesterol gösterdik ama bugün biliyoruz ki gerçek düşman kolesterol değil , karbonhidratlar ve şekerdir. Hele 250 yıl önce endüstri devrimi sonucunda rafine şeker ile tanıştığımızda asıl felaketimiz o zaman başaldı. Son yıllardaki mısır şurubu şerbeti de üstüne tuz biber ekti.
HABERTÜRK: Kolesterol demişken özellikle Türkleri çok mutlu edecek bir müjdeniz var retoks. Retoks galiba sizinde mimarı olduğunuz bir sözcük. Biraz onu açalım ki ne tüketecekler? Nasıl tüketecekler.
BS: İnsanlara onu yemeyin, bunu yemeyin dedik . Kolesterol , kolesterol, kolesterol insanları bunalttık . Fakat insanların biyoloji dengesini bozduk. Kolesterol bir yapı taşı.
Bir insan diyorsa ki size benim şekerim var, aslında herkesin bir şekier var. Bir sınırı var bunun. Bunun üstü patolojik. Benim kolesterolüm var, kolesterolde aynı şekilde. Kolesterolsüz yaşam yok. Hormonlarımız, kemiklerimizin iyileşmesi, beynimiz, görmemiz herşeyimiz kolesterole bağlı aslında.
Kolesterol olmayınca ne oldu? İnsanlar erken alzymır olmaya başladı, erken yaşlanma, cinsel yetersizlikler, erken monopoz bunlar hep kolesterol eksikliğinden başladı.
Abartılmış şekilde yapılan kolesterol diyetleri gerçekten sağlığımızı tehdit ediyor. Görüş dengemiz bozuldu. Omega 3, Omega 6 dengemiz bozuldu. Bu nedenle ben diyorum ki, taşdevrindeki gibi beslenelim, taşdevrindeki gibi et yiyelim ama taşdevrindeki insalar 30 km önce yol yürüyorlardı. Onun için taşdevri diyetini ayda 2 defa uygulayalım. Bunun adına retoks ditelim yani toksinleri alalım, ziyanı yok o toksinler sizin sağlığınızı etkilemeyecektir.
Bir kere kırmızı eti affettik, kırmızı eti rahatlıkla yiyebiliriz. Özellikle çok yağlı olmamak şartı ile kırmızı eti rahatlıkla yiyebilirsiniz.
Kurban bayramında gelin milad olsun, daha önce yumurtadan özür dilediğimiz gibi kırmızı ettende özür dileyelim. Kırmızı eti rahatlıkla yesinler. Bir işkembe çorbasını, bir adana kebabı çok rahatlıkla ayda iki kere yesinler.
HABERTÜRK: Hocam ikramiye gibi oldu bu.
BS: Birçok mesleketaşım bana karşı çıkacaklar . Buradaki olay da yumurta benzeri. Ben yumurtada bir şey keşfetmedim, 1990 yılından sonra çok ciddi yayınlar çıkmıştır, haftada 2- 3 defa yumurta yiyebilirsiniz diye. 2000 yılından beride biliyoruz ki günaşırı 1 yumurta , hatta günde 1 tane yenilebilir.
Ben bir bilim adamı olarak bunu bilimsel yayınlardan çıkarıp, halkımıza anons ettim. Önce karşı çıkan oldu, sonra bütün bilim adamları kabul etti ki günaşırı 1 yumurta yenebilir.
Şimdi aynı şeyi ette yaşayacağız, bu konuda yazılı kitaplar var. . Bu kitap çok değerli bir kitap. Profesör Doktor Ahmet Aydın hocamızın yazdığı 8- 9 baskını yaptığı taşdevri diyeti. 1930 yılından beri taşdevri diyeti konuşuluyor.
Bu konuda çıkan çok güzel yabancı yayınlar var. Hocamız bu konuda araştırma yapan Profesör Ahmet Rasim Kuçukusta gibi çok değerli bilim adamlarıda yaklaşık 10 yıldır bu konuyu konuşuyor ama seslerini duyuramıyor.
Ben burada göğsümü gererek bu bilim adamlarının adına diyorum ki taşdevri diyeti aslında bizim bedenimize en uygun diyet. Ayda iki kez retoks yapalım ama kırmızı eti rahatlıkla yiyebiliriz.
HABETÜRK. Böyle büyük ikramiyleri açıklamaya başlamışken tereyağından da özür dilemek gerekir diyorsunuz.
BS: Şimdilik tereyağı gözlem altında ama yakın zamanda tereyağından da özür dilersek hiç şaşmayın. Asıl düşmanımız o etten aldığımız kolesterol değil.
Vücudumuz günde 5 gram kolesterol yapıyor. Koyun ne yer? Ot yer. Açın içini bakın yağ dolu. Bu iç yapımdır. Biz hiç kolesterollü yiyecek almayalım, vücudumuz günde 4- 5 gram kolesterol yapıyor zaten. Siz dışarıdan kolesterol alırsanız, bir yumurtadan veya pirzoladan kolesterol alırsanız vücudunuz onu algılar ve o kolesterolden düşer.
Bizim asıl insanlara, vatandaşlarımıza göstermemiz gereken düşman, karbonhidratlar ve şeker.
Amerikadaki görünen obezite mısır şurubundan elde edilen şekerden elde edilen tatlılardan yapılan yiyecekten ortaya çıkan bir obezitedir.
Bugün Amerika'da mısır şurubu şerbeti yüzde 2 – 2.5 ile sınırlandırıldı. Ülkemizde mısır şurubu şerbetinin kullanılması yüzde 30. Ben buradan vatandaşlarımıza sesleniyorum, bu kurban bayramı süresince , bundan sonraki yaşantılarında dışarıda hazırlanmış tatlıları alırken sorsunlar.
Mısır şurubu şerbetinden yapılmış tatlı ise , kesinlikle almasınlar. Normal şekere göre 10 kat daha riskli. Çok daha tehlikeli. Çok daha fazla insülin salgılatıyor, vücut onu normal şeker gibi algılamadığı için insülin serbest kalıyor. O insilün hipoglisemi yapıyor. Hipoglisemi açlık yaratıyor, tekrar yiyorsunuz.
Benim çocukluğumda annem baklava yapardı, iki dilim baklava yerdik, 3 dilim baklava yerdik , dördüncüsünü yiyemezdik, doyardık. O baklava 3- 4 gün kalınca şekerlenirdi, kristallenirdi.
Dışarıdan bir baklava alıyorsunuz, günlerce kalıyor, kristallenmiyor, ayrıca doymuyorsunuz. Çünkü sürekli size insülin salgılatıyor, insülin kanda kalıyor, hipoglisemi artıyor, utanılacak şekilde 5- 6 tane yediğiniz oluyor. Onun için sizde vatandaş olarak bunu zorlamak zorundasınız. Bayram boyunca mısır şurubu şerbetinden yapılmış tatlıdan almayın.
HABERTÜRK: Önemli ipuçları veriyorsunuz ama kalp hastalıklarında özellikle sıralamalarda çok ön sıralardayız, ölüm oranlarına baktığımız zaman.
Biz Türk insanı olarak nerede hata yapıyoruz?
BS: Biz kendimiz hata yapmıyoruz. Bu bize Tanrı'nın bir armağanı.
Biz toplum olarak iyi huylu bir kolesterolü düşük olan bir toplumuz. İyi huylu kolesterol biliyorsunuz HDL , biz ona hayırlı kolesterol diyoruz. Kötü huylu kolestrol LDL, ona lanetli kolesterol diyoruz.
Biz iyi kuylu kolesterolü düşük bir toplumuz.
Almanya'da yaşayan 3. kuşak çocuklarımız da, Almanya'da yaşıyor, Almanyada doğmuş, yapılan testler gösteriyor ki onlarında HDL'leri düşük. Üstüne üstük biz böyle aşırı diyet uygulayınca, iyi huylu kolesterolü dışarıdan alamadığımız için iyice düşüyor. Beraberinde ilaç kullanıyoruz, ilaç kullanırken kötü kolesterol düşerken iyi kolesterolde düşüyor. Bir kardiyologolarak hastaya ilaç verirken onun iyi huylu kolesterolünü çok iyi değerlendirmemiz İyi huylu kolesterolüde düşürürsek hastamızın felaketine neden oluyoruz.
Ayrıca toplum olarak obeziteye çok eğilimliyiz.
Sokakta gördüğümüz 5 kadından 3'ü, 5 erkekten 2'si mutlaka obez ve gittikçe de artıyor bu. Özellikle yanlış tatlı kullanımına bağlı, spor yapmamaya bağlı, ciddi obezite bekliyor ülkemizi.
Bugün Amerika'da normal insanların olmadığı eyaletler var ve devlet obezite ile mücadeleyi, sigara ilel mücadeleyi ele aldı.
Ülkemizinde Sağlık Bakanlığı'nın sigara konusunda çok başarılı çalışmaları var biliyorsunuz , obeziteye de el attı bakanlık. Özellikle obezite için tedbir almamız gereken bir ülkeyiz.
Sigaranın üzerinde "Sigara sağlığa zararlıdır." Yazıyorya bu çok başarılı oldu. 30 yıl uğraştı birtakım hekimler , siyasetçiler. Aynı şekilde fast food restoranlarına "Fast food sağlığa zararlıdır" yazıldığını görmeden meslekten emekli olmak istemiyorum.
HABERTÜRK: Hocam, doğru bilinen yanlışları çok seviyoruz biz. "Sigarayı bıraktı kalp krizi geçirdi" deniliyor. "Çok sıkı bir diyet uyguladı o yüzden kalp krizi geçirdi" deniliyor ve bu son günlerde çok duyulan bir şey. Doğru mu bunlar.
Hakikaten sigarayı bir anda bırakınca kalp krizi riskimi artmış oluyor . Aynı şekildde diyet .
BS: Doğru bildiğimiz yanlışlardan birisi bir defa kolesterol, çok büyük bir yanlış. Gördük ki özellikle son zamanlarda çıkan bazı kolesterol düşürücü ilaçlar çok fazla düşürünce, Amerika'da bazı ilaçlar piyasadan toplandı.
Gördük ki çok düşük kolesterol o kadar iyi değil. Benim ameliyat ettiğim hastların yüzde 50'sinden fazlasının kolesterolü normal. Kan yağları normal. O ince büyüyü tam çözebilmiş değiliz. Ayrıca çok düşük kolesterol kanser nedeni. Onun için normal sınırırnın altına düşürmemeliyiz. Şeker gibi. Şekerinizi 60'a düşürürseniz hipoglisemiye girersiniz, kolesterolde çok düşük olunca hem hormonlarımız bozuluyor, hem metebolizmamız bozuluyor. O bahsettiğim alzaymır , görme bozuklukları, psikolojik bozukluklar, kısırlık, cinsel güçsüzlük, hastalıklar ortaya çıkıyor. Herşey normalinde olmalı.
Sigara için söylediğiniz şeyi gerçekten çok yaşıyoruz. Bunlar zamanında sigarayı bırakan insanlar değil. Vücudunun zorlaması ile zaten limitine gelmiş, sigarayı bırakıyor. Bırakmasa ertesi gün kriz geçirecek belki.
Sigarayı bırakıp 3 ay sonra kriz geçirince "Ben sigarayı bıraktım, kriz geçirdim" gibi oluyor. Doğru değil. Sigarayı bırakmak için hiçbir zaman geç kalmış sayılmazsınız.
Bazı şeyleri affedebliiyoruz, şişmalığı affedebiliyoruz, hareketsizliği affedebiliyoruz, içkiyi biraz affedebiliyoruz, sigara konusunda hiç toleransımız yok. Sigara da iki büyük problem yaşayabiliyoruz.
1- Sigardaki nikotin direk damarı tahriş ediyor, damarı bozuyor. 2- Karbonmonoksit. Karbonmonoksit ciddi toksit yaratan bir gaz ve vücut birikebiliyorda.
Yapılan çalışmalar var. Sigara içen biri enfaktüs geçiriyor, sigara içmeyen biriside enfaktüs geçirebiliyor. Sigara içen bir insanın enfaktüs geçirdikten sonra ritim bozukluğundan hayatını kaybetmesi çok daha yüksek. Onun için sigara hiçbir zaman içilmemeli.
Bazı insanlarımız "Hocam, 2 tane içiyorum, 3 tane içiyorum" Bilsinlerki içtikleri son sigara onların son sigarası olabilir. O anda geçirecekleri bir spazm onların yaşamını tehtit edebilir.
HABERTÜRK: Diyet meselesi. Dikkat edilmesi gereken nedir? Çünkü çok obezite sorunundan bahsettik ve çok kısa sürede çok kilo vermek isteniyor. Bunun sonucunda da çok tatsız haberler oluyor. Kalp krizi geçirdi deniliyor özellikle kamplarda bu diyet üzerine.
BS: Benim asistanlık zamanımda obezite ileri yaş hastalığıydı. Anneler menepoza girerdi, babalar emekli olurdu ve şişmanlamaya başlarlardı.
Bugün obezite çocukluk problemi. 6 – 7 yaş çocukların obez olduğunu görüyorsunuz. Bunlarda okula uyumsuzluk oluyor, sosyal yaşama uyumsuzluk oluyor.
Anneanne çocukları olurdu, hep ye yavrum ye, artık bunlardan etrafta çok var. Normal bir çocuğun günde alması gereken kalori 2000- 2500 kalori civarındadır.
Bir öğlen yemeğinde fast food yerse , 1 hamburgerde aldığı kalori 1200 kalori. Kana karışan karbonhidrat miktarı çok yüksek olan bir yiyecek. Üzerine yediği her şey depoya gidecek. Onun için fast food ile mücadele çok önemli. O çocuklukta alınan kilolar hiçbir zaman geri verilemiyor. Profesyonel zayıflatma seyansları ortaya çıkıyor.
Hızla verilen kilo, hızla geriye alınıyor. Ayda 1- 2 kilodan fazla vermemek lazım. İnsanlar 10 kilo , 15 kilo verebiliyorlar.
Birde hızlı yaşlanma sendromu var. Biz savaşlarda görüyoruz.
İkinci dünya savaşında 10 gün, 15 aç kalan askerlerde ani ölümler görülmüş. Bunlarda yapılan otopsilerde görülmüş ki, karaciğerlerinde, kalp zarlarında, ciddi jenerasyonlar var. Biz bunu 1. Dünya Savaşı'nda Kafkas Cephesinde gördük. Sohbet ederken düşüp ölen insanlar. 1. Dünya savaşında otopsi yoktu ama 2. Dünya savaşında bunların aşırı açlığa bağlı hızlı yaşlanma olup, ölüyorlar.
Ben sanıyorum bu merkezlerde aşırı aç bırakarak yapılan zayıflamlarda hızlı yaşlanmaya bağlı ölümler görülüyor.
HABERTÜRK: Hocam spor konusunda biraz değinelim isterseniz. Sizin de dediğiniz gibi spor yapmaktan daha doğrusu hareket etmekten pek hoşlanmıyoruz. Hazıra da alıştık. Çok yakın mesafeler için bile birtakım araçlar kullanılıyor, yürünmüyor. Yürüyüşün kalbe faydasını konuşalım.
BS: İki olgu var.
- Ben sağlıklıyım niye spor yapayım? Yapmama gerek yok diyoruz. - Ben hastayım , nasıl spor yapayım diyoruz.
İnsanlar Amerika'ya gidiyorlar, Central Park'ta 70 yaşında koşan bir dedeyi görüyorlar. Bende koşarım zannediyorlar 40 yaşından sonra koşmaya kalkıyorlar. Ne oluyor?
Bir milletvekilimizi kaybettik tenis oynarken. Spor kalbe iyi geliyor diye stentli bir milletvekilimiz tenis oynarken yaşamını yitirdi.
Kalbe iyi gelen o sporu yapmak değil, kalp için koruyucu bir şey o sporu yapmak. Ama bu çocuklukta başlamalı. Benim çocukluk zamanımda bütün beden eğitmi dersleri okuma olarak geçerdi.
Bugün artık okullarımızda spor salonları var, basketbol oynuyor çocuklar, babalar artık top oynayan çocukları dövmüyorlar, teşvik ediyorlar hatta. Spor çocukluktan başlamalı. Okul hayatından başlamalı. Erişkin yaşlarda yapılacak en iyi spor yürümektir. İstanbul'da pek yürünecek yer yok.
Benim arkadaşlarım Londra'ya gidiyor, ben Londra'ya gidiyorum saatlerce dükkanları yürüyerek dolaşıyorsunuz, hiç arabaya binmiyorsunuz. Ama bugün Taksim'den Aksaray'a gidemezsiniz. Çok engebelli bir yol ama sahillerimizde çok güzel yürüme yolları var.
Eğer hiçbir şansınız yoksa şunu yapabilirsiniz; arabanızı parka bırakıp iş yerine yürüyerek gidebilirsiniz.
Her sabah kalkıp ben kendi ekmeğimi kendim alacağım diyeceksiniz sabah kalkıp ekmek almaya gideceksiniz. İdeali günde 45 dakika yürümek.
Yürümeler biraz hızlı adımla olmalı. İnsan 5 km 'yi 1 saatte yürür. Bu gezinerek yürümektir. Ama 5 km'yi 45 dakikada yürümek gerekli.
Nabzınıza baktınız 60 – 70 – 80 , eğer yürüyüşün sonunda nabzınız öyleyse hiçbir işe yaramamıştır. Yürüyüşün sonunda 10- 20 artmışsa o zaman yararlı bir yürüyüş yapmışsınız. Bunun yanında yüzme çok faydalı.
HABERTÜRK: Belli bir yaştan sonra başlanıyorsa sadece yürüme ve yüzmeyi tavsiye ediyor sunuz değil mi?
BS: Kesinlikle.
HABERTÜRK: Aşk üzerine söylediğiniz sözlerle de hayranlık uyandırmış doktor olarak da biliniyorsunuz. Kalp denilince aşk bağlantısını geçemeyiz. Ama sizden dinleyelim.
BS: Vücudumuzda iki hormaon var, andrenalin, endorfin.
Andrenalin heyecanla stres ile ortaya çıkan vücudumuzu yiyen , kemiren bir hormon. Renk veriyor, keyif veriyor ama damarlarımızı bozuyor.
Birde endorfinimiz var. Endorfin mutluluk hormonu. O da keyif veriyor ama damarlarımızı genişletiyor, ömrünüzü uzatıyor.Aşk endorfin salgılatıyor. Endorfin salgılanınca çok rahat, çok keyifli bir yaşamınız oluyor.
Kalp ile aşkın en ilgisi var diye soracak olursanız, Tanrı çok kıymetli, çok gerekli organlarımızı çift yaratmış. Mesela beynimiz iki lob daha iyi düşünelim diye. İki tane gözümüz var, daha iyi görelim diye. Burun deliklerimiz ik itane daha çok nefes alalım diye.
İki akciğerimiz var, iki böbreğimiz var, iki yumurtalığımız var .
Kalbimiz neden bir tane?
Aslında kalbimiz bir tane değil. Tanrı kalbimizide iki tane yaratmış, birini size vermiş diğerini başkasına vermiş. Gidip arayıp bulun diye.
HABERÜRK: Hocam aslında buarada bitirmek lazım, sözün bittiği yer burası. Söylediğiniz söz, oturup düşünmek gerektiren bir söz.
Günlük hayatın tatsız gerçeklerine biraz dönecek olursak, stres.
BS: Çağımızın vebası. Stressiz hayat yok. Biraz önce kolesterol dedik, adrenalinsiz de hayat yok. İnsanlar adrenalinsiz olsalar, pineklerler, düşünmezler bile , sadece soluk alırlar.
Adrenalin gerekli tabii ama dozunu iyi bilmemiz lazım. İnsanlar durup dururken neden bangi jumping yapıyorlar? Neden hızlı araba kullanıyorlar? Onları mutlu ettiği için.
Herşeyin azı karar, çoğu zarar.
Adrenalinde bizim için çok gerekli bir hormon, yaşamımızın temel taşı ama dozunu iyi ayarlamamız lazım.
Bazı insanlar tefekküre dalıyorlar.
Himalayara gidiyorlar, oralarda senelerce ömürlerini geçiriyorlar. Daha uzun yaşıyorlar, çünkü adrenalinlerini kontrol ediyorlar.
HABERTÜRK: Bu arada Himalayar deyince kalp ameliyatı yaptığınız hastalar ile dağa çıktığınız doğru mu? Bu bir rivayet değil , değil mi?
BS: Bypass yaptığımız hastalarda bir depresif dönemi yaşıyoruz. "Ben artık bypass oldum, hiçbir işe yaramam" endişesi ile sokağa bile çıkmayanlar var.
Sevgili Nasuh Maruki ile bunu danıştığımda ben , çok mutlu oldu. "Hocam dağcılık, ille zirveye çıkmak değildir. Alalım hastalarımızı Ağrı Dağı'na götürelim, çıksınlar yoruldukları zaman geri getirelim"dedi.
Üç tane başarılı bypass geçirmiş hastamızı ikisi çok genç olmak üzere aldık Ağrı Dağı'na götürdük. 4200 metreye kadar çıktık hastalarımızla.
Sonra Nasuh bırakmadı bizi , onlar zirveye çıktılar bypass bayrağımızı zirveye diktiler.
Esas konu şuydu; insanlar bypass ameliyatı olurlar, normal şartlarına dönerler, hatta Ağrı Dağı'na bile çıkabilirler. Bu çok ciddi bir rehabilitasyon çalışmasıydı.
Bazı meslektaşlarımız, bazı arkadaşlarımız hayıflanacak düzeyde eleştiriler yaptılar. Buna ben mesleğimi, profesyonelliğimi ortaya koyarak ve çok büyük masraflar yaparak 25 kişilik bir ekip oluşturarak bu aktiviteyi yaptım.
Profesör Doktor Sedat Özkan bir seminerinde dedi ki : "Biir bypasslıyı fiziksel veya ruhsal olarak Ağrı Dağı'na götürmek en büyük rehabilitasyon çalışmasıdır."
Biz fiziksel olarak 3 kişiyi oraya götürdük ama onbinlerce bypasslıyı ruhsal olarak oraya götürdük. Hatta o gün bypass ameliyatı olmamış, daha sonra bana ameliyat olmak için geldiklerinde "Hocam, siz Ağrı Dağı'na çıktığınızda ben çok sağlıklı bir insandım, sizi keyifle izledim. Bugün bypass ameliyatı olmaya karar verirken hiç tereddütsüz, bende bypass ameliyatı olacağım, çünkü Ağrı Dağı'na çıkabileceğime inanıyorum" dedi.
Başha bir hasta uyanıyor ameliyattan "İyi bir ameliyat oldu mu? Ağrı Dağı'na çıkabilir miyim?" diye soruyor.
Sedat Özkan hocamızın dediği gibi fiziksel olarak değil, ruhsal olarak Ağrı Dağı'na çıkabilmesi onun için en büyük rehabilitasyon.
Meslek hayatımda yaptığım çok sosyal aktivitem oldu, çok sivil toplum kuruluşları içinde görev aldım ama en iyi sosyal sorumluluk projem "Ağrı Dağı'na bypass" projesidir. Geriye dönüp, övünerek hatırladığım projelerden birisidir.
HABERTÜRK:Çünkü hakikaten hem fiziksel hem de ruhsal bir geri dönüş bir yandanda. Onu sorayım o zaman, birebir bypass yapılan kişlerin psikolojisinin çok değiştiği, hayata bakış açısının değiştiği, birazda karakterinin değiştiği söyleniyor. Böyle bir şey var mı hocam?
BS: Bir hanımefendiyi düşünelim hamile. 9 ay beklenen bir olay, mutlu bir son, ortada bir armağan , tabiat armağanı fakat ortada bir lohusalık psikozu var. Herkesi kedi gibi tırmalayan, huysuzluk eden, korumacılık üstelenen, kırk gün aileye kan kustıran bir hanımefendi düşünün. Bunun adı ne lohusalılk psikozu.
45 – 55 yaşında hayatının en verimli döneminde bir beyefendi düşünün. Mesleğinde yükselmekte, ticaret ile uğraşıyorsa büyük yatırımlar yapmış, yöneticiyse genel müdür olacak onu bekliyor. Bir sabah bizim hastahanenin önünden geçerken göğsü ağrıyor, geliyor , eko çekiyorsunuz bir anda anjo masasında buluyor kendisini .
Akşam yanına gidiyorum diyorum ki "Üç damarın hasta, yarın ameliyat olman lazım." Bu insanın psikolojisini düşünebiliyor musunuz? Biranda kendisini suyun dibinde buluyor. "Benim işim var, ödenecek vergileri var, patronuna sorumlulukları var, bu insanın psikolojisini düşünebiliyor musunuz? Hanımefendi için mutlu son , burada bir felaket var.
Önce red etme psikolojisini yaşıyoruz, sonra hastalık o kadar acı bir gerçek ki ölüm korkusu var işin içinde hastalığı kabul ediyor, bu sefer suçlama dönemi başlıyor.
Önce en yakın çevre eşini suçluyor, çocuklarını suçluyor, mesleğini suçluyor, yaşam tarzını suçluyor . Sonra kendini suçluyor, ben iyi bir baba değilim, iyi bir insan değilim, iyi bir eş değilim, kendime bakmadım. En sonunda bana teslim oluyor. Ameliyata yatırıyoruz, şahane bir bypass ameliyatı, sabah uyanıyor.
Eğer bu köylü bir vatandaşsa güneş ışıkları ile beraber çok mutlu oluyor "Çok şükür kurtuldum" diyor.
Bir hafata sonra çantasını alıyor, köyüne gidiyor, hiçbir sorun yaşamıyor.
Entelektüel olan insan "Kurtuldum mu? Bundan sonra ne olacak? Tekrar bypass ameliyat olabilir miyim? Normal yaşantıma dönebilir miyim?" gibi çok ciddi problemler yaşıyor.
O dönemde çok huysuz, mutsuz bir insan var. O lohusa kadını nasıl kucaklıyorsanız o insanıda kucaklayın. İyi aile bağları olan insanlar 3 ay içerisinde atlatıyorlar.
Fakat bir grup var ki , onlarda kişilik bozukluğu zaten baştan olabilir. Kendilerine bir pay biçiyorlar "Benim zaten 10 sene ömrüm kaldı" geçmişte yapamadığı her şeyi 10 yıla sığdırmaya çalışıyorlar. Biz onları kazanmak için psiko terapi yapıyoruz ve kazanıyoruz da.
Bu durumda olan ailelere sabır diliyoruz, biraz anlayış diliyoruz, kucaklamalarını istiyoruz ve profesyonel yardım aldıklarında hiçbir sorunu olmayacaktır.
HABERTÜRK: Çok renklisiniz, sizinle çok vakit gerekiyor konuşabilmek için ama başlarken bilgisayar merakım var, iyi kayak kayarım, dalma sporu favorim, bahçe işlerini severim, boş vakitlerimde ameliyat yaparım, hasta kaybetmeyi hiç sevmem. Bu felsefeniz ile noktalamak istiyorum.
BS: Çok sevdiğim bir arkadaşım beni ziyarete geldiğinde, telefon çalıyor, bir yandan konuşuyorum, bir yandan birine bir şey söylüyorum döndü ve "Boş vakitlerinde ne yapıyorsun?" dedi.
Bu espiri oradan patladı. Bunu sitemde kullanıyorum.
Gerçekten hiçbir gün hastahaneye geldiğim gün, evime dönemedim.
Pazartesi günü gelirsem, Salı sabahı evime dönüyorum.
Herkes hafta başına Pazartesi başlarsa, ben Pazar akşamları başlıyorum. Vakit gerçekten çok az.
Bütün hobilerimin yanıda inanamayacağınız derecede ameliyat yapıyorum.
12 .000 üzerinde açık kalp ameliyatı yaptım. Ayda 40 – 50 açık kalp ameliyatı yapıyorum. Bunlar hepsi çok büyük ameliyatlar.
Çok değerli bir ekibim var.
Yoğun bakımlarım çok mükemmel. Anastezi ekibim çok mükemmel.Servis bakımım çok mükemmel.
Bu büyük sayıyı ancak ekibim sayesinde bulabiliyorum.
Onun için ben kendimle değil, her zaman ekibim ile övünüyorum. Onlara her zaman teşekkür ediyorum.
HABERTÜRK: Profesör Doktor Bingür Sönmez, bizde size çok teşekkür ediyoruz değerli sohbetiniz için.
. . .
Bingür Sönmez
. . .
|
|
|
|
|
|
|
|
|